Edward, o gün için çok özel planları vardı. Bella'nın o inanılmaz derecede ki saf kan kokusu, Edward'a uyuşturucu gibi geliyordu. Büyük bir hızla New York'un o araba sesleriyle, insanların çıkarttıkları inanılmaz gürültüden uzağa gitmek istiyordu. Koşmaya başlamıştı ve asla durmayacaktı. Biri ona dur diyesiye kadar da durmayacaktı fakat kimsenin ona dur demeyeceğini biliyordu. Kimsenin göremeyeceği yerlerden, kuytu köşelerden ve sabahın o inanılmaz derecede saçtığı o parlak ışıktan bir karanlık geçtiğini kimse görmüyordu. Belki de görmek istemiyorlardı. Edward sonunda bir şehir bulabilmişti kendine. Önünde kocaman bir kule ve etrafı muhteşem ve göz alıcı şekilde dizayn edilmiş ışıklar. Edward, bu güzelliğe bakarken etrafını kolaçan etti ve buranın biraz daha sessiz olduğunu fark etti. Fakat sadece biraz daha sessiz... Sokaklarda normal insan gibi yürürken çevresinde ki insanların ona bakması, yoldan geçen kadınların ise büyük bir hayranlıkla Edward'ı izlemesi, çoğunluk erkeklerin ona sert bakışlar atması ve çok az bir erkek kısmının yani eşcinsellerin ona " Seninle Yatmalıyım! " gözüyle bakması her ne kadar rahatsız edici olsa da Edward, uzun bir süre şehri dolaştıktan sonra burada en sessiz ve sakin yerin Dilek Çeşmesi, diğer adıyla aşk çeşmesi olduğunu öğrendi. Buraya genellikle aşıklar gelirken Edward birden bir beyin fırtınası yarattı ve Bella aklına geldi. Şuanda onu deli gibi istese de, bu isteğinin şimdilik olamayacağını biliyordu. Oraya gittiğinde şelalenin en dip ve uç kısmında oturmuştu Edward. Kimsenin olmadığı ve yapayalnız, bir başına oturmuştu.